Olympia, Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzeybatısında, Washington’a bağlı, Capital Gölü’nün kıyısında, huzurlu, sakin, güvenli, müreffeh bir şehirdir. Şehirde çeşitli büyüklükte tabiat parkları, anaokulundan üniversiteye kadar okullar, kültür merkezleri, tarihi binalar, müzeler, büyük hastaneler,göl manzaralı evler, şık restoranlar,düzenli caddeler, alışveriş merkezleri, kesintisiz elektrik, internet, yirmi dört saat sıcak-soğuk temiz su, tıbbi malzeme, ilaç, dahası akla gelebilecek her türden yaşam malzemesi mevcuttur. İnsan tüm hayatını Olympia ’da sükûnetle geçirip nihayet huzur içinde ölebilir.
Anneciğim,
Filistin’e geleli iki hafta bir saat oldu. Buna rağmen gördüklerimi anlatmakta kelime bulamıyorum. Buradaki çocukların pek çoğu, evlerinin duvarlarında tank mermisi delikleri ve bir işgal kuvvetinin onları yakın civarlarda sürekli izleyen kuleleri olmadan tek bir gün yaşamış mıdır, bilmiyorum.*
Refah, Gazze şeridinin güneyinde, topraklarının bir kısmı Filistin, bir kısmı Mısır sınırları içinde kalmış, sürgünlere, ilticalara, katliamlara,saldırılara, bombardımanlara, ablukalara,ambargolara maruz kalmış bir savaş şehridir. Şehirde çeşitli büyüklükte tabiat parkları, anaokulundan üniversiteye kadar okullar, kültür merkezleri, tarihi binalar, müzeler, büyük hastaneler, göl manzaralı evler, şık restoranlar, düzenli caddeler, alışveriş merkezleri, kesintisiz elektrik, internet, yirmi dört saat sıcak-soğuk temiz su, tıbbi malzeme, ilaç dahası akla gelebilecek yaşam malzemelerinin hemen hemen hiç biri yoktur. İnsan Refah’ta büyük bir endişe içinde yaşayıp ansızın öldürülebilir.
Hiçbir miktarda okuma, konferanslara katılma, belgesel izleme ve kulaktan dolma bilginin beni buradaki durumun gerçekliğine hazırlayamayacağı düşüncesindeyim. Görmeden bunu hayal edemiyorsun ve gördükten sonra bile, bu deneyiminin o gerçekliği bütünüyle yansıtmadığının farkındasın.
Evet, Olympia böylesine cazip, avantajlı, insana yaşama sevinci veren bir şehirken Refah bir o kadar sönük, dezavantajlı, ölüm kokan bir şehir. Hal böyleyken bir insan bile isteye Olympia ‘dan kalkıp Refah’agider mi? Ya da kim gider?
Düşünüyorum da ben evimden okula veya işe gitmek için çıkarken,Mud Koyu ile Olympia şehir merkezinin ortasına konuşlanmış bir kontrol noktasında ağır silah donanımıyla bekleyen bir askerin (işime gidip gidemeyeceğime ve işimi tamamladığımda tekrar evime dönüp dönemeyeceğime karar verme yetkisine sahip bir askerin) olmayacağını bilerek çıkardım. Eğer ben bu çocukların dünyasına,kısa süreliğine ve kısmen de olsa girdikten hemen sonra nefret hissi duyuyorsam, tersine, onlar benim dünyama girselerdi ne hissederlerdi çok merak ediyorum.
Hakikaten de Olympia’dan Refah’a bakınca gitmek çok zor görünüyor. Kim yapar şimdi bu işi? Kim yerinden kalkıp,topyekûn bir halkı yok etmeye azmetmişişgalci bir ordunun karşısına silahsız olarak,yalnızca etiyle, kemiğiyle, kanıyla dikilebilir? Kim şehre sadecebazı günler ve birkaç saat su temin eden kuyular, aynı işgalci ordu tarafından kullanılamaz hale getirilmesin diye nöbet tutar? Kim kendi ülkesi, birOrtadoğu ülkesine askeri operasyon düzenleyecek diye tutup protesto gösterilerine katılır da ülkesinin bayrağını yakar?Kimaynı iklimi,aynı dini, aynı dili, aynı kıtayı,aynı hayatları, aynı hayalleripaylaşmadığı insanlar ölmesin, evleri yıkılmasın diye tonlarca ağırlıktaki askeri buldozeri canı pahasına durdurur? Kim?..
Hâlâ inanıyorum ki memleketim Olympia, Refah’la kardeş-şehir ilişkisi biçiminde bir girişimi başlatmaya karar verdiği takdirde çok şey kazanır ve çok şey kazandırır. Ayrıca bazı öğretmen ve öğrenci grupları, Olympialı ve Refahlı çocuklar arasında gerçekleşmesini istediğim mektup arkadaşlığı projesine ilgi göstermişlerdi, ancak bu, yapılabilecek dayanışma çalışmasında buzdağının sadece ucu.
Hadi bu iki şehri birbirine yaklaştırmak isteyen birini bulduk diyelim.Neden yapsın bunu? Gerekçesi ne olabilir bir insanın bunu yapmak için, gücünü nereden alır, pusulası nereye ayarlıdır?
Şu anda Refah’tayım ve kuzeye gitmeyi düşünmüyorum. Nispeten güvenlikte olduğumu hissediyorum ve daha büyük çapta bir baskında benim için en büyük tehlikenin tutuklanmak olacağını düşünüyorum. Ayıca benimle ilgilenen bir sürü, çok iyi Filistinli olduğunu bilin. Biraz grip mikrobu kaptım, onlar da bana iyileşmem için çok hoş, limonlu içecekler verdiler. Ayrıca, ev sahibimizin komşularından olan bir kadın bana durmadan seni soruyor. Zerre kadar İngilizce bilmiyor, fakat çok sık annem hakkında sorular soruyor, seninle görüştüğümden emin olmak istiyor.
O insanı yola çıkaracak şey ne olabilir? Vicdan, erdem, hakkaniyet, adalet, cesaret, dirayet, duyarlılık, sorumluluk bilinci, insana ve onun yaşam hakkına saygı, savaşı ciddiye alma, zalimin karşısında mazlumun yanında olma kararlılığı veya Nisa Suresi’nin yetmiş beşinci ayeti?..O insanı Olympia’dan kaldırıp Refah’a getirecek şeymuhtemelen bunlardan biriolacak ya dabiri hariç hepsi.Bir OlympialınınNisa Suresi’nden dahası onun yetmiş beşinci ayetinden haberinin olmaması tabiidirçünkü.
Telefonda Filistinlilerin başvurduğu şiddetin, durumu daha da kötüleştirdiğine dair söylediklerin üzerine uzun uzun düşündüm. Anne, sana sormak istiyorum, eğer içimizden birinin tüm yaşamı ve huzuru tamamıyla altüst edilseydi ve eski tecrübelerimize dayanarak, askerler ve tanklar ve buldozerlerin her an bizim için geleceklerini ve ne kadar zamandır yetiştirdiğimiz bütün seralarımızı yıkacaklarını bildiğimiz halde, çocuklarımızla beraber, her an daralan bir yerde yaşasaydık ve bunu bazılarımızın da dövülmesine ve 149 kişiyle beraber saatlerce bir yere kapatılmasına katlanarak gene yaşamak zorunda kalsaydık—geri kalan neyimiz varsaonları korumak için kaba kuvvete dayanan bazı yöntemlere başvurmayı denemez miydik?
Peki biz? Milyar tane biz.Bizim de haberimiz olmayabilir miNisa Suresi’nin yetmiş beşinci ayetinden? Bu mümkün değil, değil mi? Neden davranmıyoruz peki? Neden kalkıp gitmedi birimizden biri şimdiye kadar? Biz bekleriz çünkü. Yılan bize dokunana kadar bekleriz. Bazılarımızın tüm hayatı birinin gelmesini,bir şeyin olmasını bekleyerek geçer.Çoğu zaman o kişiye ya da o şeye katılmak için değil seyretmek için üstelik. Onu bekliyor muyduk bilmiyorum ama o bir gün biri çıkageldi. Kimlik bilgileri bizi şaşırtacak biri.
Doğrusu çoğu zaman, buradaki insanların, bilinçli olarak yaşamlarının yok edilişinin gözle görünürlüğüne rağmen, bu saf iyilikleri bana gerçek dışı gibi geliyor. Gerçekten de dünyada böyle bir katliamınkıyamet koparılmadan gerçekleşebildiğine inanamıyorum. Dünyanın nasıl da korkunç bir yere dönüşmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek bana çok acı veriyor, geçmişte de verdiği gibi.
O biri, bizi geride bıraktı oraya giderken. Bizi yani Nisa Suresinin öncelikli muhataplarını, ondan önce yola çıkıp Refah’avarması gerekenleri, buldozerlerin önünde onun yerine durması icap edenleri, Filistin deyinceKudüs romantizmindenöteyegidemeyencoğrafyalar dolusu cümle Müslümanı…
Ömrümün bir Filistin devleti yahut demokratik bir İsrail-Filistin devleti kuruluşunu görmeye yeteceğine inanıyorum. Filistin’e özgürlük bana göre, tüm dünyada mücadele veren halklar için çok büyük bir umut kaynağı olacaktır.
O henüz on yaşındayken Dünya Açlık Konferansında kürsüye çıkıp; “Hayalim 2000 yılına kadar açlığı durdurmak. Hayalim yoksullara bir şans vermek. Hayalim her gün ölen kırk bin insanı kurtarmak. Hayalim, hepimiz geleceğe bakıp orada parlayan ışığı görürsek gerçekleşebilir ve gerçekleşecektir. Açlığı umursamazsak o ışık söner. Hepimiz yardım eder ve birlikte çalışırsak o ışık büyür ve yarının imkânlarıyla özgürce yanar.” diyen; şimdi degünün birindeözgür Filistin devletinin kurulacağını ümit eden bir Amerikalıydı, Olympialıydı. Hristiyan’dı. Yirmi üç yaşındaydı. Kadındı. Refah’a gideli henüz iki ay bile olmamıştı. Filistinli bir ailenin evini yıkmak üzere gelen bir İsrail buldozerini durdurmak için tonlarca ağırlıktaki makinanın karşısına dikildi. O sırada elinde megafonu ve üzerinde parlak turuncu yeleği vardı. Silahsızdı. Buldozer operatörü,dokuz yıl sonra göstermelik olarak çıkarılıp hiçbir ceza almayacağı mahkemede inkâr etse de onu basbayağı gördü. Makinayı hedefindeki evle beraber onun üzerine sürmeye başladı ve dünyanınbelki en müreffeh,en güvenli şehrinden, dünyanın muhtemelen en mahrum en tehlikeli şehrine gelerek karşısına dikilen yirmi üç yaşındaki bu gencecik kadını, Rachel Corrie ’yi,16 Mart 2003 günü üzerinden iki kez geçmek suretiyle acımasızca katletti.
Sana yazmak ve bu sürüp giden, sinsi soykırıma tanık olduğumu ve çok korktuğumu ve insan doğasının iyiliğine olan temel inancımı sorgulamaya başladığımı anlatmak istedim. Bu artık bitmeli. Bana göre hepimizin her şeyi bırakıp, yaşamımızı bunun sona ermesi için çabalamaya adamamız, iyi bir fikir. Bana göre bu, artık aşırı bir düşünce de değil.
O öldürülürken biz şaşkınlık, mahcubiyet, gıpta, takdir, utanç ve öfke içinde kalakaldık.
Ruhun sonsuza değin şad olsun Rachel Corrie.Senden önce,senin yerine orada olması gerekip de olmayanları bağışla. Onlar kiardından acıyla gözyaşı dökerken seni öz kardeşleri saydılar.
*İtalik yazıyla yazılan yerler Rachel Corrie’nin annesine yazdığı e-maillerden alınmıştır.
Bu yazı 35. sayımızda yayınlamıştır.