‘Sanırım imamsınız’ dedi.
Yüzünde belirgin bir hinlik vardı. Nasıl da anladım diyen, şıp diye bildim diyen, benden kaçmaz diyen bir hinlik. Daha yeni gördüğüm bu adamı, on saatlik otobüs yolculuğunu yan yana geçireceğim ağzı sigara kokan bu adamı, feleğin çemberinden geçmiş izlenimi veren çakır gözlü bu adamı, rakibinin gırtlağına oturup zafer narası savuran bu adamı, ne yalan söyleyeyim, üzmek istemedim. Öyle olsun dedim, senin istediğin gibi olsun. Naranı atabilirsin, zafer çığlığını dört bir yana savurabilirsin. Reste rest, hinliğe hinlik!
‘Evet imamım’ dedim. Oysa değildim. İmam gördüm, İmam-Hatip’te okuyan insanlar tanıdım, camiye elbette gittim, namaz kıldım, birkaç kısa sure bilirim ama imam değilim. Allah affetsin, yalan söyledim. Ama masum bir yalan. Eşlerin arasını düzeltecek cinsten bir yalan. İki küs arkadaşı barıştıracak tatlı bir yalan. Şu garip adamı sevindirecek, şöyle bir gururlandıracak bir yalan. Bunun kime ne zararı olur ki?
Devamı 31. sayımızda…