Ali Güney – Kaleye Ben Geçmem Oğlum


Kahvenin köşesindeki asmanın demir çubuğuna sarılıp kahve önünü güneşten koruduğu öğle vakitlerinde, karpuz atmaktan yorgun, buz gibi gazoza saldırırken dikkatimi çekerdi Hasan amca. Sevdiğinin terk edip gittiğini, yok canım sevdiği kızın öldüğünü, çor yok çocuk yok şimdi kim bakacak şu yaşlı haliyle, tehh tehh, keşke evleneydi diye fısıldar, gezerdi kasabalı teyzelerin avuçlarıyla ağızları arasında. Bir iki kez kendini dereye attığını falan anlatırlardı. Şaşırırdım. Tuhaflığın getirdiği bir hal vardı üzerinde. Buz gibi gazozu içerken, köşedeki demire kafasını yaslamış uyuyan Hasan amcaya bakardım. Büyük abim seslenirdi o ara: “Ne oldu lan daldın gittin?” “Yok bi şey abi.”

İyiydi işler. Abimle ben “Cumhuriyet Meydanı”nın köşesinde kurduğumuz sergide iyi para kazanırdık. Babam römorku karpuz yüklü traktörle gelir, yükü indirir, karpuzu bir güzel sergiye dizerdi. Babamla traktörün şoförü, Lokantacı Hilmi Abi’nin dükkânına gider, yemek yerler; bize de Lokantacı Hilmi’nin hem çırağı hem yeğeni, benim sınıf arkadaşım da olan Arif’le bazen çorba, bazen kuru pilav, eğer günlerden cuma ise kavurma yollardı. Arif sergiye geldi mi ona bir dilim karpuz keser, akşamleyin Yukarı mahalleyle maçta kalede benim durmayacağımı söyler, canını sıkardım. Kalede durmak istemiyordum. Şişko Ömer vardı o geçseydi kaleye. Ben forvette oynayıp voleyle gol atmak istiyordum. Ama ben geçtim mi kaleye kazanırdık maçları. Zıpkın gibisin derdi bizim okuldaki Bedenci Fahri hoca. Bazen de akşamları sinemaya gitmenin hayalini kurardık. Sinemaya gidersek akşamları kendimize dondurma da alırdık. Cüneyt Arkın’ın bir filmi varsa o gün maç falan olmazdı, eğer izin koparırsak tabii…

Devamı: Mahalle Mektebi 17

Önceki Mahalle Mektebi 17 (Mayıs-Haziran 2014)
Sonraki Mahalle Mektebi 18 (Temmuz-Ağustos 2014)