Hazırlayan: Sıddık Yurtsever
Düğün Daveti’yle başlayalım isterseniz. Katılır mısınız bilmiyorum ama ilk kitabınıza göre kurguyu daha çok ön planda tutmuşsunuz gibime geliyor. Tabii bu üzerinde uzun uzun konuşulacak bir konu. Kurgu mu gerçeklik mi? Ne dersiniz?
İster bir gerçekten yola çıkarak yazalım, isterse tamamen kurgulayalım. Hepsinin yolu kurguya çıkar. Diyelim ki gerçek bir olay var. Onu hikâyeleştirmek istiyorum. Eğer saf gerçekle yazarsam buna “dedikodu, sohbet” veya “ gazete haberi” demem gerekir. Ama onun hikâyesini yazmak istiyorsam, o artık bir kurgu olmak zorundadır. Sanat değeri taşıması için kaba gerçeklikten ayrıştırıp kurgusal estetiğe dönüştürmem gerekir. Fakat bu onu tamamen gerçekten koparmak anlamına gelmez. Sonuçta hikâyeyi insanlar okusunlar diye yazıyoruz. İnsanların hikâyelerini yazıyoruz. Diğer taraftan tamamen kurgu olan bir metin öyle anlatılmalı ki okuyan onun kurgu mu gerçek mi olduğunu ayırt edememeli. İnandırıcı olmalı. Bu, onu gerçeğe benzetmek anlamına gelmez. Gerçeğe yaklaştırmak anlamına gelir. Öykülerde anlatılanlar için okuyucunun, “inandırıcı değil,” dediği şey, kurgudan yola çıkarak anlattığınız şey olmayabilir. Bir gerçekten yola çıkarak anlatmışsınızdır fakat kurgusu sağlam olmadığı için okur onu inandırıcı bulmamıştır. Demek istediğim öykü zaten kurgudur. Belki insana ne kadar dokunduğuna, insanın gerçeğine ne kadar yakın veya uzak olduğuna bakılabilir bu tür metinlerde. İnsan öykünün neresindedir?
Devamı 34. sayımızda…